DÜNYAYI etkisine alan Covid-19 salgını, tüm ülkelerde yükselen vaka sayısı ve ölüm oranlarıyla bilim insanlarını aşı arayışına yöneltti. Antalya İl Sağlık Müdürü Dr. Ünal Hülür, bilim dünyasının bu konuda büyük çaba gösterdiğini, Türkiye'nin değerli bilim insanlarının da Sağlık Bakanlığı rehberliğinde çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, “Unutmayalım aşı ile sadece sağlığımızı değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal anlamda da ciddi kazanımlar elde ederiz" dedi.

Ünal Hülür, bağışıklamanın, aşıyla önlenebilir hastalıkların ve ölümlerin önlenmesi açısından toplum sağlığı müdahaleleri arasında önemli bir yer tuttuğunu söyledi. Ünal Hülür, aşı ile pek çok hastalıktan korunmanın ve ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu aktardı. Aşıların, hastalık yapan virüs, bakteri gibi mikropların bu özelliklerini yok eden biyolojik maddeler olduğunu ifade eden Dr. Hülür, “Dolayısıyla çocukluk çağı başta olmak üzere insan yaşamının belli dönemlerinde hastalıklarla baş etmenin en etkili yolu olarak aşı karşımıza çıkıyor. Difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci (poio), hemofilius influenza tip b, verem (BCG), kızamık, kızamıkcık, kabakulak, pnömakokal hastalıklar (zatüre), suçiçeği, Hepatit A, Hepatit B, sarı humma, tifo, meningokok (menenjit), kuduz, kolera, grip, rotavirüs, HPV (rahim ağzı kanserini önleyici aşı) aşı ile önlenebilir hastalıklardır" dedi.

35 BİN BEBEK İLE 70 BİN ÇOCUK AŞILANDI

Antalya'da 2020 yılında 35 bin bebek ve okul çağındaki 70 bin çocuğa Sağlık Bakanlığı'nın önerdiği aşı takvimindeki aşıların uygulandığını kaydeden İl Sağlık Müdürü Hülür, “Bu aşılar Hepatit A ve B, verem, difteri, boğmaca, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, çocuk felci, suçiçeği, pnömokok, menenjit aşıları" dedi. Yetişkin aşılaması olarak risk gruplarına, mesleki riskleri olan kişilere, askeri personele, hac ve umreye giden vatandaşlara da 20 bin aşı uygulaması yapıldığını anlatan Hülür, “Başta aile sağlığı merkezlerimiz olmak üzere ilimizde hizmet veren tüm kurum ve kuruluşlarımız aşı uygulamasını titizlikle yapmakta ve takip etmektedir" diye konuştu.

ANNE VE BABALAR AŞI KONUSUNDA DUYARLI OLMALI

Halk sağlığını korumak ve geliştirmek adına özellikle anne ve babaları, çocuklarının aşılarını zamanında ve tam olarak yaptırmaları için duyarlı olmaya davet eden Hülür, aşı ile önlenebilir pek çok hastalığın üstesinden gelinebileceğine dikkati çekti. Aşının, hastalık nedeniyle gerçekleşecek sakatlık ve ölümleri önlediğini, sağlıklı bireylerin topluma kazandırılmasına katkı sağladığını ifade eder Hülür, “Unutmayalım aşı ile sadece sağlığımızı değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal anlamda ciddi kazanımlar elde ederiz" dedi.

BİLİM İNSANLARI ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYOR

Dr. Hülür, “Tüm dünyayı etkisi altına alan ve ulus olarak da büyük mücadele verdiğimiz Covid-19 ve bunun gibi hastalıkların etkilerini ortadan kaldırmak için bilim dünyası büyük çaba gösteriyor. Sağlık Bakanlığımız aşı ve aşılama çalışmalarına çok önem veriyor. İnanıyorum ki Sağlık Bakanlığımızın rehberliğinde ülkemizde de birbirinden değerli bilim insanlarımız aşı, ilaç gibi çalışmalarında en kısa zamanda başarıya ulaşacaklardır" ifadelerini kullandı.

İLK ÇALIŞMALAR OSMANLI'DA BAŞLADI

Sağlık Bakanlığı'nın internet sayfasındaki bilgilere göre, insan ve hayvanlarda virüs, bakteri gibi mikropların hastalık yapma karakterlerinden arındırılıp, mikropların salgıladığı zehirlerin (toksinler) etkilerinin ortadan kaldırılarak geliştirilen biyolojik maddeler olarak tanımlanan aşının çalışmaları, Anadolu topraklarında ilk kez Osmanlı İmparatorluğu döneminde başladı. Bilgilere göre, 1885'te dünyada ilk kuduz aşısı Fransız Louis Pasteur tarafından bulunurken, kuduz aşısı 1887'de Osmanlı'ya getirilerek Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane'e ilk kuduz aşısı üretildi. 1887'de ise Kuduz Tedavi Müessesesi kuruldu. 1892 yılında bakteriyoloji hane; 1892'e ilk çiçek aşısı üretim evi, 1896'da difteri, 1897'de sığır vebası, 1903'de kızıl serumları da Veteriner Hekim Mustafa Adil tarafından üretildi. 1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye'de ilk kez hazırlanarak uygulandı. 1927'de verem aşısı üretimi başladı. 1931 yılından itibaren 1996 yılına kadar tetanoz ve difteri aşıları, 1937'de ise kuduz serumu üretilmeye başlandı. 1940 yılında kolera salgını için Çin'e aşı gönderen Türkiye, 1942'de ise tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başladı. 1947'de Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kurulan ülkemizde, 1950'de İnfluenza Laboratuarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanındı ve influenza aşısı üretimine geçildi. 1976'da ise kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı, 1983'te ise kuru BCG aşısı üretimine geçildi.

KURTULUŞ SAVAŞI'NDA ZOR KOŞULLAR ALTIDA AŞI ÜRETİMİ

Kurtuluş Savaşı sırasında zor koşullar altında da hayvan ve insan aşıları üretilmeye devam edilen ülkemizde, İstanbul'un işgali sonrasında aşı merkezi önce Eskişehir, daha sonra Kırşehir'e taşındı. Aynı dönemde Afyon'da da çiçek aşısı üretilmeye devam edildi. Erzurum'daki serum laboratuvarı Rus işgali sırasında Halep, Niğde, Sivas ve Erzincan'a taşınırken, Kastamonu'da da aşı üretimi yapıldı. Benzeri üretimin, Cumhuriyet döneminde de devam ederken, 1928'de Hıfzısıhha Enstütüsü ile üretim merkezileştirildi. 1940'lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanoz, kuduz aşıları seri üretimle oluşturuldu. 1968'de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı gangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları da üretildi. Hastalıkların yok olması ile 1971'de tifüs, 1980'de çiçek aşısı üretimi sonlandı. Ülkemizde aşı üretimi 1996'da DBT ve kuduz aşısı, 1997'de BCG aşı üretimine ara verildi. Halen, Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından akrep ve difteri serumunun üretimi devam ediyor. DHA

Editör: Haber Merkezi