Leyla Verimli, İsmail Narin, Cemal Kurtar ebedi istirahatgahlarından seslenebilselerdi neler de söylerlerdi. Onların yattığı yeri belirten mezar taşları anlatsa da ‘neler olacağını', 5 dakika konuşabilme imkanları olsaydı, dünyayı toprak altındabekleyenlerle neler neler söylerlerdi toprak üstündeki biçarelere.
Sakarya'da şartlı tahliye yasasıyla cezaevinden çıkan hükümlüler cezalarını mezar kazarak tamamlayacaklarmış. Bu şekilde cezasını tamamlamaktan da oldukça memnunlarmış. Şehit mezarlığının bakımını da yapan hükümlüler huzurlu oldukları da ekliyorlar.
Özellikle seçilmiş bir uygulamamı açıklama yapılmamış ama doğru yerden bakana ‘mezarlıkta ceza çekme' onikiden vurulmuş bir tercih.
Suç işleyene günde 10 saat konferans versen, 10 dakika mezar kazdırırken ki ruhi hissi veremezsiniz sanırım.
Bir gün o açılan çukura gireceğini 10 saniye düşünebilirse budan sonraki; hayatını, ‘nasıl bilirdiniz' sorusuna hazır hale gelmek için uğraşır.
Hepimiz öyle değil miyiz? Unutuyoruz gideceğimiz son yerin neresi olduğunu. Ve o yüzden değil midir Peygamber efendimizin: “Ölmeden önce ölünüz” “Halkın en çok akıllı olanı ölümü en çok düşünendir, hazırlığını tamamlayandır, şeref ve itibarıyla gidendir.” hadisleri.
Muhakkak ‘tadacağımızı' elemden kurtarıp, lezzete çevirmeyi her gün 10 dakika düşünmek mümkünken, Sakarya Cezaevindekiler günde 4 saat mezarlıklarda çalışması hediye. Dahası büyük lütuf Hak tarafından.
Öyle değil. Her mezarlıkta çalışan hayata karşı ‘uslu değil.'Uslu durmamış olana; verilen bu ceza, biçilmiş kaftan. Her gün alışılagelmiş yapılan ‘iş' uyandırmaz taşta yazılanlarla. Ama mıh gibi aklına kazınır ceza çekerken kazdığı mezarın sahibinin de dün burada olduğu ve az sonra hesaba hazırlanacağı düşüncesi.
Güneş ona doğmayacak, yıldızlar gözlerinin kapanmasını beklemeyecek. Bekleyecek olan kendisi. “Yıldızlar, dağılıp-yayılacak.” Yıldızların yok olduğu sona kadar beklenecek.
Son diyorum, açılacak çukur diyorum, güneş bir gün doğmayacak diyorum, uslu durmak diyorum…
En çok da kendime diyorum.