Kadın elini belinden çekip içeriye girdiğinde yüzündeki çizgiler köklü bir rahatlığı ispatlar gibiydi. Az evveldi; eline süpürgesini almış, kapısının önünü süpürüyordu. Öyle bir süpürüştü ki bal dökülse yalanabilirdi.
Biz kadınlar temizleyince, temizleniyoruz. İçimize giren tüm pislikleri süpürgeyle iteleyip, tertemiz kalabiliyoruz.
Şimdilerde gözükmüyor o kadınlar. Her gün ama her gün kapı önü süpürülürdü. Herkes kendine düşen ‘kondunun' önünü. Herkes payına düşeni tamamlayınca da, işlem; mahalle, ilçe, il, ülke olarak tamamlanıveriyordu.
Evimizin önünü temizleyenler maaşlı işçiler şimdi. Öyle ya! Bizim vergilerimizle alıyorlar o maaşı. Süpürecekler.
Ondan mıdır içimizdekiler dışarı çıkmıyor. Süpürmeyi yapmayınca pislikler dağ oluyor.
Kadınların kapı önlerinde ellerinde süpürge günlük terapi saatleri de yok. Gerçi parayla aldıkları ‘kendilerini dinletme' seansları var ama. O da bir yere kadar. Oysa her kadının hakkıydı, diğerine süpürge hışırtısı içinde günlük rapor vermeleri. Bu bilinen raporların aksine; ‘güven', ‘ilgi', ‘sevgi' aşılayan raporlardı.
Örneğin oğlu okuldan çıktıktan sonra onlara uğrayacaktı. Merak etmesindi. Hastamıydı çaprazdaki komşu öksürüyordu süpürge yaparken. Dışarı süpürülsün ıhlamur kaynatıp götürülmeliydi.
Evinin önünün süpürgeyle süpürülmesi demek temizlik bitti demekti. Ben pakım demekti. Birbirimize evimizde yemediklerimizi, söyleyemediklerimizi, sökemediklerimizi anlatarak dert atmaya sıra geldi demekti.
Şu süpürgeler konuk bile değiller kapı ardında. Ne çok işe yararlardı oysa. Hizmetinden öte kattıklarıyla. Toprağa atılan süpürge tohumu, süpürgenin canıydı. Toprakta boy atan süpürge telleri aynı boyda kesilir, ustasının eline gelirdi. Ustası bilirdi elinden çıkan, bir çok hanelere girecekti. Ustası; bıçağıyla telleri kalın, ince ayırırdı. Kalınlar süpürge tepeliği, ince olanlarsa içlik olarak kullanılmak üzere. Teller; gün görmüş avuçlarda toplanır, demetlenirdi. Tokmaklarlar, dikerler ve gönderirlerdi sahiplerine.
Süslüsü, aynalısı, kırmızı kurdelelisi, sadesi vardı. Kırmızı kurdelelisi yepyeni kondunundu. Onu tutan el hep gülümsemedeydi. Aylar sonra, sahibinin göbeğinin şişmesine, sonra bebek çığlıklarına şahitlik ederdi. Bir de Edirne'de meşhurluğu varmış; süpürgenin sapına kabara denilen iri başlı özel bir çivi çakıldığında kullanan bayanın kız olduğunun göstergesiymiş. Evin kapısı dışına asıldığında ise burada evlenecek çağda kız var demekmiş.
Zamanla telleri kırılıyordu tabi süpürgenin. Dişleri kalmazdı. Kendini tutan sıkı sıkıya bağlandığı ipler kalırdı hayatından geriye. Sonuna kadar bırakamazdı sahibi onu. Evveli kadar maharetli olmasa da hemen atılmazdı işte. Öyle ya ne pislikleri dışarı atmışlardı beraber.
Şimdilerin elektrikli süpürgesi var. Allah var ya pek maharetli. Fakat wattları arttıkça artıyor. Biz ve evimiz daha mı kirleniyoruz ne?
Çocukların dilindeydi bilmeceleri; “Hop burada, hop şurada. Bir de baktım kapı arkasında.” “Kapı arkasında tüllü gelin.” “ Başı topuz, saçı otuz.” “Dağda isim bağ idim, başı tuğlu bey idim, eve geldim evlendim, bilimecek bağlandım.” “Het idim, met Didim, git şuraya yat Didim.” “Çat orada çat burada, çat kapı arkasında.” diye. Şimdi “oğlum bak git” desem ancak hafızalara gelir.
Süpürge, süpürürdü. Tozlandırırdı belki ortalığı ama evimizin önünü temizlerdi.
Evimizin önünü de, bizi de…