Rabbim diyorum, içimin taaa içinden. Olmuyor böyle. Yaşamasını becerebilenlerin karşısında kıskançlığımın ötesinde, acıyorum kendime. Öyle zor ki ‘yaşamak' için geldiğimiz şu dünya da öylesine, alelacele, alalade yaşıyormuş gibi yapışım(ız). Ben; karşımdakinin türü, evine sığmamış, dünyasına ayak uyduramamış. Yürüdüğünde yola yabancı, durduğunda gökyüzüne. Kıyılarda. Çarpan dalgaların köpüklerine karıştırdığı çığlıkla isyankar.
Hareketi, durağanlıktan öte gitmeyen, çelişkileri dahi kendi içinde çeliştiren, garip ama garipliği daha da garip. Böylesi zamanlarını dile getirebildiğinde, “bu dünyanın da yaşanmış bir dünyanın cehennemi” olduğuna inanların safına girdiğine şahit olan ben, isyanıma tövbesizim. Önceki hayatımda da mı beceriksizdim ki yaşamıma karşı, hesapta bu dünya ‘ceza' olarak verildi. Bu ne utanmazlık ki bende ki; ders almadığım gibi aynı hatayı iki defa yapanım diyeceğim ama, ikinci yapılan hata değil ‘tercih' olduğu aklıma geliyor. Her şeyi unutan ben, bunu nasıl unutmuyorsam. Aklımın içi kurumuş bir toprak parçası gibi. Bu güne dek sulamamışım da bana küsmüş kendini de kurutmuş gibi. İnatla, ayak da bastırmıyor. Alışmış kuruluğuna, halindeki bahtsızlığa. Bağrım da tıpkı kendisi gibi.
O kara parçasının kıyılarında dolanıp duruyorum. Gözüm; arada bir çatlakların arasından derinleri görebilir miyim hesabında.
Çatlaktan derinlere sızmış benim “yaşama dair becerilerimde” sanırım. Bunca söylenen sözler, yazılı kutsallar, arifane davranışlar, hepsi o çatlağın içindeler. Bir deprem diyorum çıkarır mı içindeki ruhuma lazımları. En şiddetlisinden, en görülmemişinden, en yok edişinden gereksizleri. Bir daha bina edileceklerin şansı bu defa farklı olabilir ümidi.
Bağrını kurutmuş toprak, cemreleri düşürdüyse yüreğine, aynı kalamaz değil mi.
Muktedir içimin ‘köz'ü, düştüğü yeri bahar etmeye. Eskilerin “cemile”si, benim de eskimiş halimi ‘güzel'leştirecek. Kuşların Nisan sabahında ötüşlerini duyurmasındaki gayreti kadar da olsa ‘umudum', ötüşe hayran olanın gülümsemesi kadar sevinç içinde olacak yaşamım. Öz'se hakikat, işin özü yaşamın hakikatine uygunluğumdur. Yaşamın hakikati ise var oluşumun sebebine dalıp dibi görmek, dibi görenin acısıyla semaya ulaşmak.
Yol; yaşamakta. Yaşamaksa becerebilmekte.