''Hayata maruz kalma; yaşa!'' demiş biri. Diğeri haftanın 5 günü 9 saat mesainin çokluğundan ve asgari ücretin azlığından dem vurmuş. Diğeri ''hangi hayat'' demiş, ortada yaşanılacak bir hayatın yokluğundan dem vurarak. Bir diğeri de Dücane Cündioğlu'ndan alıntı yaparak; ''Yaşamı seçmedik, ona maruz kaldık. Şaşkınız'...'' demiş. Hayata maruz kalma yaşa diyen de yaşamakla meşgul, ortada yaşanacak bir hayat göremeyen de.

Kafayı 'yaşamak' üzerine yorarken ben, bir mücadele ortasında kaldığımı düşünüyorum. Bu mücadel; savaşmaktan geri, barıştan ileri. Savaşacak kadar güçlü değilim, barış içinde olacak kadar da sakin. Savaşamam yaşamla, güzel şeylerde var hakkım olmasa da. Barış içinde de olamam ölen çocuklar var zalimlerin hüküm sürdüğü yerlerde. Araftayım bu tarafta. Kıymeti harbiyesi ne zaman öleceğini bilememekte olan hayatın nasıl geçeceği ise senin gayretine bağlı kılınmış kaderinde. Girmeyeceğim düşündükçe içinden çıkılmaz hal alan 'kader' mevzuuna ama iki cümle etmeden çıkmayacağım konusu gelmişken. Kader, hepimizin 'güzel' olması için semaya el açtığı konu. Bazılarımız, paket halinde gelmiş bir hayatın hesabını neden ben veriyorum ki isyanlığında, bazılarıysa madem kaderim bu yaşarım teslim olup rahatlığında. Doğru; bazılarının dediği gibi diğerlerine baktığında ortada haksızlığa uğramış bir hayat görüyor kendininkini eksik kalmış yanlarıyla ve yine doğru kimi üzerinde öyle büyük yükümlülükler var ki güzel gitse de bazı şeyler, kaderine isyan etse en çok onun hakkı. Geçmez bu hayat, yaşayan kendi değilmiş gibi her şeyi kadere bağlayarak. Ve geçmez hayat, yaşayanı sadece kendiymiş gibi yük üzerine yük bindirmekle kendine. Kaderimiz, bizim seçtiğimiz hayatlarımız. Yaşarken de iradesizmiş gibi köşeye çekilmek olmamalı. Bir iki cümle edip çıkacaktım değil mi, şimdi daha fena karıştı. Tamam çıktım bu konudan. Zira yazması, anlamasından daha da zor.

İlk insan Hz. Adem yaratıldığında Rabbi ona '' Ey Adem, onları (eşyaları) isimleriyle bunlara (meleklere) haber ver.'' Dedi. Hz. Ademse onları isimleriyle meleklere haber verdi. İlk insan kaderini yaşamaya başladı böylece. İsim öğretildi ilkin. İsimler 'şey'lere hayat verdi. Şey'ler o isimlerle varlık edindiler. Varlıkları için bir isme muhtaçtılar. Muhtaciyetleri giderildiğinde, var olmanın aşkıyla tanıştılar. Tıpkı biz gibi. Yaratıldık ve bir ismimiz oldu. O yüzden güzel isim koymak doğan çocuğun hakkı oldu ebeveyninden. Cami köşesine ya da bilmem nereye terk edilen çocuklara bile önce bir isim verirler ismiyle hayat bulsun diye. İsmimiz, varlığımızın ilanıydı. Ve kaderimizin yaşanacağı bir hayatın sahibi oluşumuz, gün gelip hesaba çekileceğimizin de kanıtıydı. O zaman, isim koymalı bu yaşanılan hayata. İsimsiz kalmasın, ismiyle hayat bulsun diye. Ve her demde ismiyle çağırmalıyız bizim olan hayatımızı.

Benim hayatımın ismi 'rıza'. Rıza koydumsa, kemale ermiş değil adım. Hala peşindeyim, öğretiyorum öğreniyorum. Rıza demek kabullenmek değildir. Rıza, benimsemektir. Bana ait olduğunu bilmektir. İrade edip, yaşadığım bu hayat benimdir. Kaderim, benimdir. Nefesim, aldıkça benimdir. Bana verilen her şey, benimdir. Benim olan her şeyi benimsemek, hayatıma verdiğim ismimin hakkıdır. Hayatımın isminin hakkını vermekse, rıza yolunda olmakla mümkün. Hala yoldayım ben'...