'Suç Eylül'ün diyerek girdi, hocam içeriye. Aslında mevsimi güzel hocam dedim. Kavurucu sıcakların ardından nefes aldırtan, bunaltıcı nemi üfleyip uzaklaştıran. Hayır dedi yine hocam, hastalıktır onun ferahlık dediği. Ne yandığını bilirsin; serinleyeyim dersin, ne de serinlediğini hissedersin pencereni kapatırsın. Hem, o Eylüldür bizi bizden alıp yüreğimizi sıkan, güvensizlik okunu tam kalbimize saplayan.
Öyleymiş ya, biz de öyle öğrendik. Yaşamasak da, yaşanılana acı duyduk. Fidanken daha, toprağa düşenler'... Adına çeksin diye dili dualı anaların adını koyduğu Mustafalar bir sağdan, bir soldan'... Hakkaten karasın Eylül. Kapkara gecelerde koyu bir çığlıksın. Ne güzel ifade etmiş benden önce bir yazar, ''Sen gelirsin ve benim ayaklarımdan bir bir sehpaları çekerler Eylül'...'' Bir hüzünsün, gecelerde kuruyan yapraklarda.
11 Eylül. İkiz kulelerin yıkılışı diye başlayan cümleleri defalarca okuduk son 16 yıldır. Satır satır okuduğumuzda haberleri hala gözümüzün önünde siyah dumanlı alev alev yanan kule. Fotoğrafları boy boydu gazete sütunlarında. Üstelik dünya bu olayı canlı canlı izlemişti. Ve El-Kaide adlı bir örgüt üstlendi binlerce kişinin ölümüne sebep olan olayı. O günden sonra sık sık duyduk Usame Bin Ladin ismini. Yüzü yine istemsiz gözümüzün önünde adını duyduğumuzda, Usame Bin LadiN'in. Yıllarca kaçsa da, sonu planlanan şekilde biti. Ancak bu kara günden kalan, bizi en etkileyen İSLAMOFOBİ oldu. Bilinmez, ya da belli ki tüm bu olanlar asla bir araya gelemeyecek 'İslam' ve 'korku' kelimelerinin algıları için kurgulanmıştı. Bir medeniyetler çatışması ki; her nedense hep Ortadoğu ve Müslümanlar üzerinde. Her sakallı, her sarıklı , her başörtülü ve her Müslüman potansiyel bir teröristti. Cihat adı altında azılı bir katil. Yeni Dünya düzenini kurmak isteyen, bu düzeni görmek için böbreğini, kalbini defalarca nakille değiştiren yaratılmışlıktan 'yaratık' haline gelenler için 11 Eylül muhteşem bir gündü.
Eylül işte sen acıların ortadan kalkacağı, barışın hakim olacağı bir cennetvari beklentisi olan 'Milenyum'un dokuzuncu ayın on birinci günü geldin. Adaletin hükümsüzlüğünü, barışın imkansızlığını ifşa ettin. Hiç dost olmamıştı ya batı bize, hepten soğudu bahane üstüne bahaneyle.
Eylül, çok mu yüklendik sana. Hiç mi yaramadın bize. Bilirim, mevsim değildir havamızı değiştiren, aylar değildir yakan ya da donduran. Bilirim de Eylül, hatırlatansın bana renklerin en koyusunu. Dün hüzündün toprağa emanet ettiğimiz yiğitlerle, bugün korkusun titrek gözlerde, yarın kim bilir ne olacaksın sicil bozukluğunla.
On üçüncü ay ol sen. Hiç gelmeyecek olan. 13 sayısı uğursuzluktu değil mi? Bazen, evlere 13 numarası verilmez, uçaklarda 13 numaralı koltuk yoktur, otellerde 13 numaralı oda yoktur.
Ah Eylül; yok ol, varlığın hiç olmamış gibi. Dökme yapraklarımızı, kurutma dallarımızı . Dokunma, mukaddes bildiklerimize'... Sen, yokmuş gibi 13. ay ol.