“Belleğim çöp kutusudur benim” diyen Hilmi Yavuz çöplüğündekileri hatırlayabiliyor. Örneğin gençlik yıllarındaki tabeladaki yazıları. Bizlerin de belleği çöplük doğrusu. Onun ki çok okumaktan. Takıntılı şekilde her gördüğünü okumaktan, istiflemekten. Bizimkisi ‘boşaltım kutusu'na boş boş bakmaktan. Zamanı son sürat eriten bir kutunun karşısında çöpümüze çöp eklemekteyiz. Bizim çöpler kokuşuyor da. Zarar veriyor beyne. Göze, kulağa, sinirlere olanı (yaydığı radyasyon) saymıyorum. Bu çöpler diyorum bir gün aşırı ısınmadan patlayacak ama, biz o ara hala eritme kutusunun karşısında olduğumuz için fark edemeyeceğiz bile.
Hafızaların zarara uğradığını biliyoruz, bize en lazım olanın da sağlıklı bir akıl olduğunu biliyoruz ama lazım geleni de yapmıyoruz. Dantellerle süsledik, her gün tozunu aldık, son teknolojiye göre değiştirdik, günde 6 saat üzeri berberliğimizi devam ettirdik, kuru kuruya olmaz deyip içeceklerimizi, çerezlerimizi reklam aralarında temin ettik. Günlerimizi dizilere böldük. Dün ‘Kurtlar Vadisi' vardı Perşembeydi, bugün Cuma o zaman. Geçen hafta ‘ben bilmem eşim bilir' vardı hafta sonu olmalı Ayşelerin geldiği. Saatler tv. Zamanlı planlandı. Ee farklı planların hedefi de tam tuttu. Filmlere gömülü subliminal mesajlara (gizli telkin) muhataplığın ötesinde çocukların severek izlediği çizgi filmlerin yanında kısa (e artık uzadılar) reklamlarla da yönlendiriliyoruz. Bilinç altımızı ele geçirmeyi gözüne koymuşlar bizim anlayamayacağımız karelerle gizli ideallerine ulaşıyorlar. Bizse körlüğümüze çare yerine güle oynaya seviniyoruz. Devletin denetleme mekanizmaları gevşek. E haklılar da “şikayet ediyoruz, izliyoruz” demekle. Büyük, büyüklerimizin lafı vardır ya; bizden geçti de çocuklarımız bari…
Çağımızın zararlarına karşı kullanılabilir, istekle uygulanabilir çareler bulunmalı. Bulunmalı ve tok karnına 3 öğün verilmeli. Yan etkileri gözden geçirilip yeni yeni devalar bulunmalı. En çok da kendimizden başlayarak…