“Ona sırtını dönersen peşinden gelir ama peşinden gidersen daima önünden kaçar.” Gölge ve Dünya. Bir gölgelik, dünya. Gerçek gelecek, fani olan baki olana terk edecek kendini.

Hayır ve şer, iyi ve kötü, mutluluk ve keder sahibine diz çökecek.

Bitmez, asla yok olmaz bu aşk diyoruz. Gözler kör, nimetlerin sahteleriyle. Gölgede seçemiyoruz elimizdekilerin renklerini. Doğru ya nazlıyız biz. Nazlanıyoruz her adımda. Tepemizin tası çok atıyor. O tası bir elimize alabilsek, belki de hesabını sorabileceğiz nedir bu ukala tavırların diye. Ele gel ele diye.

Küçük bir haber. Haberden çok fotoğraf bana takılan. Dünyanın bir gölgelik olduğunu hatırlatan. Bu gölgelikte ne kadar da rahata düşüp, benim rahatım, benim keyfim, benim, benim dedirten.

Analar evlat doğuruyor da evlat, ne evlat olabiliyor ne kardeş.

Bir polis memurunun sırtında 66'lık bir adam. Yüzü mahcubiyetinden eğik. Gözleri, halini görüyor olmanın ızdırabında. Huzurevinde kalıyor olmak ona böylesi koymamıştır. Yalnızdı, belki özlüyordu (belki ama) ama başı belada değildi. Evlatları korsan cd'lerle yakalanmış. İllegal işin yapıldığı yer babaya ait. Bugünler için düşünülmüştür. Olursa bana olmasın diye.

Huzurevinde huzura dalmışken polisler yaşlı adamı ‘aramalarla' gözaltına alıyor. Evlatları aldıkları para cezasını ödemedikleri için. Adamın ayakları kendini taşıyamazken yüreği neleri taşıyacaktı. Kim bilir alışkındı belki de. Alışkındı da ‘ah evlatlarının hayırsızlıkları.' Oradan oraya bir polis memurunun sırtında yüklü kalbiyle dolaştı. Son durak Bursa E Tipi Ceza İnfaz Kurumu. Hastalığından dolayı tahliye olabilir mi bilmem ama yüreğinden evlatlarına bir tahliye olmaz sanırım.

Bileziği için öldürülen annelerin evlatları yanında bu evlatlar ipe gitmez gözümüzde biliyorum ama, yuvasından oynamış bir dünyayı sorgulamak için her bir hayırsızlıları açmak lazım. Okumalı durumu. Belki o zaman; gölgelikten kalktığımızda, yüzünün şekli yer değiştirmiş ebeveynlerimizin göz bebeklerine bakabiliriz.