Vuslatına bir erin de, hasretine bir düşün de bakın bakalım gidenlerin gidişini sayabilecek misiniz? Öyledir vuslatına ermeyenler için bir defa gideyim görmeyenler de görsün ondan sonra. Sonra… Sonra bir defa görünce, bir defa daha bir defacık dahaya dönüşür. Vuslatına ermişken yanıp kalan yürek, bir daha oradan gelemiyor. Gözkapaklarının iç kısmında asılı kalıyor. Nerde olursan ol gözlerini kapattığın an ilk gördüğün andaki gibi, hep görmek istediğin andaki gibi karşında.
Mekan Mekke değil, ruhum. Şavtım günlerim, namazım ömrüm. Say'ım hesap verme telaşım. Saç kesimim şükrüm.
Ya Rabb, beni bu yürüyüşle sonlandır. Yüreğimi evinden al, tekrar yarattığında bedenimdeki yerine koyuver.
Alnımda, tamda kabene dayadığım yerde dursun izim. İzlerimizden tanıyalım bahtlı kardeşlerimizi. Çağrıya kulak verip toplandığımız gibi evimizde toplanalım büyük günde izini taşıyanlarla.
Hiranur'un estirdiği gül kokusunu üzerine sindirmişler, kokusunu bulaştırdıklarıyla, kokusuna vuslat duyanlarla, kokunun sahibine ulaşsın. Cennet bahçesinde alnını secdeye koyanlar, verdikleri selamı alsın mübarek tebessümleriyle. Sağ elimizin ayasından ad okuttuğumuz ‘karataş' aklaştırsın bizi ‘tanıdım ey avlumda yanmış yüz' diye.
Yolunda yorulduk da, vazgeçmedik sana doğru gelmekten. Kalbimiz tekledi de dinlendirmedik zirveye tırmanmadan.
Kaç günah çekmiş taşlar, bizlerinde çekti yıllardır çektiği vahları. Nasıl yeryüzünde günahlarını temizlediyse anne ve babamız işte tam orada bizler de soyunduk kirlerimizden. Nurlandık. Nurlar ayaklarımıza bağ oldu. Onu her gittiğimiz yere götürdük. İnandık affedildiğimize. Öncelerden kalan sesler kulağımızdan kalbimize indirdi gül kokulu esintileriyle af muştusunu.
Geldik gittiğimiz yere. Bir aldık, bir verdik. Yüreğimizi bıraktık, istikametimizi aldık.
Çizgimiz, varlığımızın çıplak hali gözkapaklarımızda asılı kaldı.